İstanbul’dan 3 saatlik bir uçuşla Prag’a geldik. Havaalanına inince şehre varış opsiyonları için danışmadan (information desk) destek alabiliyorsunuz. Bu arada Prag’da Taksi kullanırken daima üzerinde AAA yazılı güvenli taksileri tercih edin tavsiyesini de unutmadık. Şehir de aynı zamanda Uber kullanımı da yaygın bulunuyor. Bir de Fix taxi terminal 1 ve terminal 2-E de bulunuyor, onu da kullanabilirsiniz. Havaalanına indiğinizde ulaşımdan önce, Çek Cumhuriyeti her ne kadar Avrupa Birliği ülkesi olsa da halen yerli para birimi Kron’u kullandığı için paranızı yerel para birimine çevirmeniz lazım. Yanlış kur konusunda dikkat etmenizi öneririm. Bazen komisyon almasa da kur yüksek olabiliyor. Şehre ulaşım için diğer bir alternatifte tourist info’dan alacağınız bilet ile yeşil metro hatti ile Mustek duragina ulasabilirsiniz. Burası merkezi bir istasyon.
Biz merkezde ki Wenceslas Meydanı ya da bilinen diğer adı ile Vaclav Meydanı Çeklerin sessiz sedasız 1989 Yılında Kadife Devrimlerini gerçekleştikleri alana yakın kaldık.
İlk gün otelimize yerleştikten sonra öğle yemeğini daha önce yapılacakların arasına aldığımız Dish Burger Bistro ‘da yemek üzere yola koyulduk. Dish Burger Wall Street Journal ‘in da Avrupa’da lezzetinin mutlaka tadılması gereken 5 burgerci arasında yer alıyor. Biz buraya yürüyerek gittik. Bir şehri çok iyi yaşamak istiyorsanız sokaklarını yürüyerek dolaşın ve şehri hissetin. Bir de yemek kültürü güçlü olan ülkelerde çok lezzetinin tatmak istediğimiz de kaloriyi dengelemenin en iyi yolu:) Dish Burger anlatıldığı gibi cok lezzetli bir mekan. Aynı adı taşıyan hamburgeri, harika soslu patatesi ve yanına lokal bira ile tam bir lezzet şöleni. Bu arada yerinden de anlayacağınız üzere lokal bir lezzet ve turist sayısı hemen hemen yok gibiydi. Bir de biz şansa yer bulduk ama rezervasyon yaptırılmasını tavsiye ederim.
Burger lezzet şöleninden sonra yürüyüş şart diyerek Vltava Nehri kıyısına günbatımını izlemek yürüyüşe başlıyoruz . Yemek sonrası kahve molasını ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in de 1956 – 59 yılları arasında Prag’da yaşadığı yıllarda gittiği Slavia Kafe de veriyoruz . Ama öncesinde nehirlerin ve üzerindeki köprülerin tarihi yapılarından geçen zamanda adeta hiç değişmemiş olan bu büyülü şehre bir bakıyoruz . Bu arada Prag’da klasik araba kiralamanın çok yaygın olacağını da göreceksiniz. Araba, köprü, nehir ve tarih ile kompozisyon oluşturup instagrama fotoğrafta oluşturuyoruz . Cafe Slavia piyano eşliğinde güzel müziklerle karşılıyor bizi. Burada kahve yanına daha önce seyahate hazırlık aşamasında edindiğimiz bilgi ile ünlü lokal tatlısını yiyoruz. Trhanec. tatlısı pancake parçacıklarının yaban mersini ve eriklerle bezenmiş hali, çok tatlı değil, sosu harika ve kahve yanına çok güzel bir lezzet olarak bize eşlik ediyor.
Kahve molasından sonra nehir kıyısına doğru yürüyüşe başlıyoruz. Günlerden cumartesi ve saatte 18:00 civarında, hava nefis ve nehir kıyısında eğlenceler başlamış. Önce görülmesi gereken mimari yapıtlar arasında yer alan Dans Eden evi (Dancing House) görüyoruz. Baktığınızda bu kadar tarihi binanın arasından modern bir yapı olarak yer alıyor. Halen mimarı ofisler tarafından kullanılıyormuş. Fotoğraflarımızı da çektikten sonra nehir kıyısına iniyoruz. Canlı müzik başlamış ve gençler ayaklarını nehre doğru sarkıtıp biralarını ve içkilerini yudumluyorlar. (şehirde alkol inanılmaz ucuz ) isterseniz nehir boyunca yer alan vapurlarda da masanıza oturup nehri seyredebiliyorsunuz. Biz buradan cok keyif aldık.
Hava kararmaya başladı ve karanlıkta Prag’ın simgesi olan Charles Köprüsü‘ ne doğru yürüyoruz. Köprü çok kalabalık ve gezmesi çok keyifli. Buradan köprüyü geçince sol tarafında yer alan Kampa Adası’ na gidiyoruz. Buradaki eğlence de bir harika. Yürürken yol boyunca sıralı kiosklardan içkinizi ve yanına atıştırmak için yiyecek alabiliyorsunuz. Kampa Adası’nda şehrin grafitti simgesi John Lennon duvarı ve Restaurant’ı ziyaret ediyoruz. İlk yarım günümüz 15 bini aşan adım sayımız ve seyahat neşesi içinde sona eriyor.
Pazar gününe sabah saat 5:30 da başlıyoruz. Charles Köprüsü ve Saat kulesini doyarak gezmek ve fotoğraflamak için erkan kalkmak şart. Saat 6:00 da şehrin simgesi Prag Kalesi içinde yer alan Aziz Vitus Katedrali ve Astronomik Saat Kulesi’nden oluşan eski şehrin ünlü meydanındayız. Yalnız bu saatte bizim gibi fotoğraf çekmek isteyenlerden daha fazla gelin ve damatların fotoğrafçılarından oluşan gruplara rastlıyoruz. Bu ünlü meydanın gün içindeki kalabalığını bildiğimiz için tüm tarihi dokusunu izleyerek fotoğraflamak ayrı bir keyif. Buradan Charles Köprüsü’ ne gidiyoruz. Burada da gelinler ve damatlar bu saatte köprüde:)
Köprü bir tarihi şölen ve bu saatte doyarak bunu seyretmek paha biçilemez. Charles Köprüsü’nün yapımına 1357 yılında başlanıp ve 1402 yılında bitiriliyor. Yapıldığı dönemde Prag şehrinde nehir üzerinde tek köprü olup 1841 yılına kadar da eski şehri Prag Kalesine bağlayan en önemli köprü görevini sürdürüyor. Köprü 515.8 metre uzunluğunda ve 9.5 metre genişliğinde olup 16 adet kemer üzerine oturtuluyor. Köprü üzerine en ünlü heykel ise Aziz John Nepomuk heykeli. Hikayesi ise oldukça dramatik. Kral Wenceslas eşinin günah çıkarmak için sürekli rahip Nepamuk’a gittiğini öğreiyor. Eşinin kendisi aldattığını bu nedenle de günah çıkarttığını düşünüp rahibi huzuruna çağırıp günah çıkartma seansında eşinin neler söylediğini öğrenmek istediğini söylüyor. Rahip ise Tanrı huzurunda verdiği sözü bozamayacağını bu bilgileri paylaşamayacağını söyleyince Kral çok sinirleniyor ve rahibin Vltava nehrine atılmasını emrediyor. Rahip şuanda heykelinin bulunduğu noktadan nehre atılıyor ve nehirde bir hare oluştuğu görülüyor. Rahip Aziz mertebesine yükseltilip buraya da bir heykeli dikiliyor.
Hazır bunlardan bahsetmişken Astro saatin hikayesine de değinelim: 1410 yılında saat ustası Hanus tarafından yapılan saat kulesi eserin tekrar başka bir yerde yapılamaması için usta o zamanki kral tarafından kör etme ile buyruğu ile sonuçlanmış. Usta Hanus ise kendisine yapılan bu zulmün intikamını saati tekrar bozarak almış. Yıllar sonra tekrar tamir edilen saat, günümüze kadar bir bozuk, bir tamir ol şeklinde varlığını sürdürmüş.
Sabah gezisini saat 8’de sınırlandırarak otele kahvaltıya donuyoruz. Kahvaltı sonrası Yahudi Mahallesi’ne (Josefov) doğru yürüyüşe başlıyoruz . 1500’lü yıllarda Yahudi halkı yaşamış fakat bölge dışına çıkmalarına izin verilmemiş. Hatta bu yüzden mezarlıklarında bile ölülerini bile üst üste gömmek zorunda kalmışlar. Eski Yahudi Mezarlığı, Avrupa’daki en eski Yahudi mezarlığı olarak biliniyor. 1439 – 1787 arasında kullanılan mezarlıkta 100.000’den fazla Yahudi’nin mezarının bulunduğu tahmin ediliyor. Buradaki eski Sinagog görmeye değer. Bu bölge de binalar bir harika, tarih ve sanat eseri kokuyor. Yine sanatsal eserlerin ve farklı butiklere de rastlıyorsunuz. Özellikle Parizska Caddesi ve civarlarının lüks markaları da barından caddesi gezmenizi tavsiye ederim. Bölge de Local adında Lokanta daha önce de cok yorum okumuş olduğumuz için dikkatimizi çekti, sadece büyüklüğünü görmek için bile kafanızı kapıdan uzatmanızı tavsiye ederim.
Buradan sonra öğle yemeği için tavsiyesini cok duyduğumuz yerel bir lezzet Mr.Hot Dog ‘da molamızı veriyoruz. Nefis hot Dog ve cheddarlı patates. Yemek sonrasında kahveyi farklı bir mekana sakladık.
Yine oraya çok yakın olan Cafe Letka 3. Dalga Kahvecilerden bayılacaksınız. Tüm yorgunluğumu orada bıraktım diyebilirim. Çok lokal bir mekan, tek turist bizdik. Harika bir gotik dekor, müzik ve üçüncü dalga nefis kahveler. Tabi ki kahve yanına tatlı seven ben, yabanmersinli turtayı atlamadım:) Cok ince bir hamur ve araya krema koymadan bol yabanmersini ve cok az şeker. Kafenin pencerelerinde yastıklara yastlanarak da ortamın keyfini çıkarabiliyorsunuz. Çok keyifli bir ortam. Prag’da kahve kültürü güzel gelişmiş, özellikle yeni nesil Kahveciler ve güzel atmosferleri oldukça iyi. Bir de geneksel kahve kültürünü devam edenler var ki dün gittiğimiz Cafe Slavia, Grand Cafe Orient gibi.
Güzel kahve molasından sonra Prag Kalesi, St. Nicholas Kilisesi ve büyük Wallestein Sarayı’nı ziyaret etmek üzere yoldayız. Google map 2,7 km uzaklık verdi, daha günün yarısında 10 km’yi devirmişiz. Yürüyerek 3 km daha ekliyoruz.
Gezdikten sonra yürüyerek şehir merkezine gidiyoruz. Saraydan inerken oyuncak müzesini gezdikten sonraki yerde fotoğraf çekmeyi atlamamanızı tavsiye ederim.
Bir mola vermemiz lazım ve listeden geleneksel kahve kültürlerinin yer aldığı Grand Cafe Orient’i ziyaret ediyoruz. Kübizm akımının Çek temsilcilerinden, mimar Josef Gočár’ın tasarladığı House of the Black Madonna binasında bulunan Grand Café Orient, mimarisinden mobilyalarına, servis takımlarından sunduğu lezzetlere kadar kübizm akımına sadık kalan eşsiz bir mekan. Bulunduğu binada kafeye girince önce en üst kata çıkıp, merdivenlerin geometrik ahengini görmenizi tavsiye ederim. Kahve siparişinde kahve yanına hangi tatlınız ünlü deyince bizdeki Kup Griye misali bir bardak bol meyveler ve pastacı kremasından oluşan lezzet geldi. Meyvenin şekerinin dışında adeta hiç şeker yok gibi. Biraz tadına bakıp, bu tarihi dokuyu seyredip kahve molasını bitiriyoruz. Zaman yetmediği için gidemedik ama Cafe Louvre’da aynı tarz kafe ve listenizde mutlaka olsun. Bir diğer kafeyi de birazdan anlatacağım.
Yine merkezdeyiz buranın bir de sokak lezzetlerinin arasında yer alan tredenlik diye bir tatlısı var. O da aklınızda olsun:) Merkezdeki Belediye Evi tüm ihtişamıyla meydanı süslüyor. Yine biraz ilerisinde Kuğu Gölü ve Romeo Juliet bale gösterilerinin yer aldığı tarihi sanat merkezi şık giyimli insanlar güzel bir atmosfer büyülü şehir Prag’ı oluşturuyor.
Prag ve Kafka birbirleriyle özdeşmiş durumunda, şehri gezerken Kafka heykeli, müzesi, kafesi göreceksiniz. Mutlaka gezin derim.
Günü oldukça ününü duyduğumuz Pizza Nuova ‘da akşam yemeği ile sonlandırıyoruz. Güzel bir seçim olduğuna karar veriyoruz, herşey oldukça lezzetliydi. Zaten bu restaurantta ertesi günü gideceğimiz Cafe Savoy’da aynı gruba yani Ambiente Grubu’na aitmiş. O yüzden servisin bu kadar şık ve güleryüzlü olduğuna şaşmamak lazım. Bu kadar yürüyüş ile günü 32bin atılan adım yani yaklaşık 20 + km yürüyüş ile kapatıyoruz:)
Bugün son günümüz, sabah erken saatlerde yine yollardayız. Bu sefer Kampa Adası ve Mala Strana nam-ı diğer ‘küçük şehir’ bölgesini geziyoruz. Sokaklarda inanılmaz tarih kokan evler, üzerinde yıllar yazıyor ve çoğu 1800’lü yıllardan kalma. Muhteşem bir mimari var. Dar sokaklarda mis gibi kokan çiçekler ve büyülü Prag sokakları sizi adeta büyülüyor. Size tam olarak bu güzellikleri hissettiriyor. Bir kahve deyip molayı Cafe Savoy’da veriyoruz. Kafe 1893 yılına uzana bir geçmişe sahip. Kafeden içeri girince o büyüleyici Neo -Rönesans etkileriyle dekoru görüyorsunuz. Özellikle o işlemelerle bezenmiş tavanlar, tarihi dokuyu yansıtıyor. Samimi bir servis ve biraz da ortama uygun asalet katılmış, bana Viyana’daki Sacher Oteli’nin kafesini hatırlattı. Bir de bunun üzerine lezzeti ekleyeceğim ki bir harika. Ama kafenin en popüler seçimi kahvaltı. Bu da aklınızda olsun. Bütün bu şıklık, asalet, hoş tarihi dekor ve lezzetlerin içinde huzur buluyoruz.
Dönüşle birlikte hepsi bizimle birlikte güzel birer anı olarak kalıyor.
Seyahatimiz bol, keyiflerimiz daim olsun.